Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkenin birinde güzeller güzeli bir kasaba varmış. Kasabada yaşayan minnoş mu minnoş, tatlı mı tatlı bir kedi varmış. Bu tatlı kedinin adı Sisi imiş. Bütün kediler Sisiyi severmiş. Sisi bu kasabadan hiç dışarı çıkmazmış. Her günü birbirinin aynısıymış. Sabah erken kalkar bütün gün kasaba içinde dolaşır, arkadaşlarıyla eğlenirmiş.
Bir gün bu durumdan sıkılmış. Yeni yerler yeni şehirler görmek istemiş. Bu isteğini ailesine söylemiş. Ailesi çok kızmış. Kasabadan dışarı çıkarsa başına kötü şeyler gelebileceğini, yabancı insanların ona kötü davranabileceğini söylemişler. Sisi ailesinin söylediklerine çok üzülmüş. Ama başka yerler görme isteği çok yoğunmuş. Düşünmüş taşınmış ailesini ikna etmeye karar vermiş. Annesine babasına diller dökmüş, anlatmış derdini. O kadar çok gitmek istiyormuş ki ailesi Sisi ye izin vermiş. Sisi çok sevinmiş. Havalarda uçuyormuş mutluluktan. Hazırlanmış, derlenmiş, toplanmış ailesiyle vedalaşmış ve çıkmış yola. Az gitmiş uz gitmiş bir şehre gelmiş. Şehirde hiçbir şey kendi kasabası gibi değilmiş.Her yerde yüksek binalar varmış. Yollarda gidip gelen arabalar çokmuş. Şehir içinde etrafına baka baka yürürken bir ara sokakta çöp kutusunun etrafında toplanmış kedileri görmüş. Çok sevinmiş ve koşa koşa kedilerin yanına gitmiş ve onlara gülümseyerek selam vermiş.
'Merhaba. Nasılsınız?' demiş.
'Bu parlak tüylü fare de kim?' diye sormuş içlerinden biri.
'Ben Sisi. Buraya yeni geldim.' demiş.
Kediler Sisinin etrafını çevrelemiş ve gözlerini Sisinin üstüne dikmişler.
'Kalacak yerin var mı?' diye sormuş içlerinden siyah bir kedi.
Bizim tatlı kediyine gülümseyerek 'yok' demiş.
'Gel peşimizden' demiş siyah kedi ve yola çıkmışlar. Yolda yürürken Sisi nerden geldiğini niye geldiğini anlatmış. Siyah kedi durmuş Sisi ye dönmüş:
'Bak ufaklık buralar senin yaşadığın yere benzemez. Burada kimseye güven olmaz. Kendine dikkat et, etrafındakilere dikkat et.' demiş ve yürümeye devam etmişler.
Yıkıntı bir evin içine girmişler ve geceyi orada geçirmişler. Sabah olmuş Sisi uyanmış dışarı çıkmak istemiş. Tam kapıdan çıkarken arkadan bir ses gelmiş.
'Dışarı mı çıkıyorsun?'
'Evet dolaşacağım. Dışarıyı çok merak ediyorum.' dedi Sisi.
'Dikkat et. Buralar senin köyüne benzemez.' dedi siyah kedi ve arkasını dönüp içeri girdi.
Sisi yüzünde bir neşeyle
yürümeye başladı. Yürüdü yürüdü bir köpek yavrusu gördü. Kaldırıma uzanmış yatıyordu. Yavrunun yanına gitti selam verdi.
'Merhaba nasılsın' dedi Sisi.
'Merhaba.İyi değilim annemi annemi kaybettim. Onu arıyorum hiçbir yerde bulamıyorum.' dedi.
MASALLARKUTUSU
UYKU ÖNCESİ MASALLARIYLA ÇOCUKLARINIZIN UFKUNU GENİŞLETİN, BAKIŞ AÇILARINI DEĞİŞTİRİN.
18 Ocak 2017 Çarşamba
17 Ocak 2017 Salı
KELOĞLAN İLE SİHİRLİ KUŞ
Bir varmış, bir yokmuş. Bir masal ülkesinde Gülyüz adında, gül yüzlü, güler yüzlü bir kız varmış. Gülyüz, bir padişahın kızıymış. Bir gün has bahçede gergefini kurmuş, nakış işliyormuş.Derken, görülmemiş güzellikte, gerdanı kınalı, gözleri zümrüt, gagası mercan bir kuş gelmiş, gergefin üstüne konmuş. Gözlerini kızın gözlerine dikmiş, başlamış içli bir ezgiyle ötmeye..
Gülyüz, sanki büyülenmiş gibi ayıramamış gözlerini kuştan. Neden sonra incili ipek mendilini kaldırıp atmış kuşun üstüne. Kuş, mendili mercan gagasıyla kaptığı gibi “pırr” diye kanat çırpmış, uçup gitmiş. Kız da arkasından bakakalmış. O günden sonra Gülyüz Sultan, her gün has bahçeye iner, özlem dolu gözlerle kuşu bekler dururmuş. Ama ne çare. Bu göz kamaştırıcı kuş bir daha görünmemiş. Küçük sultan ise kuşu bir türlü aklından çıkaramıyormuş. Kuşun özlemiyle günden güne sararıp solmuş. Ülkenin tüm hekimleri, padişah kızının derdine çare bulmaya çalışıyorlarmış.
Keloğlan, aynı günlerde yine yayan yapıldak dağ bayır dolaşır dururmuş o yörelerde. Dağlar aşmış, dereler geçmiş, çıkınındaki azığı tükettiği bir gün bir garipçe kuş gelmiş, yorgun kanatlarla bir çalı dibine atmış kendini. Keloğlan sevinmiş, “Kısmetim ayağıma geldi tutar, kızartır, yerim” demiş içinden. Usulca sokulmuş. Külahını atmış üstüne, kuşu tutmuş. Bir de ne görsün? Ağzında sırma işlemeli incili bir mendil.
Keloğlan şaşmış kalmış. Bu göz alıcı renklerle bezeli kuşu kesip yemeye kıyamamış. Ağzına su akıtmış, “Bu kuş, yuvasına her zaman inci mercan götürüyorsa yaşadık” demiş. İzleyip yuvasını bulmak için kuşu salıvermiş. Kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş; kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş. Derelerden sel ile, tepelerden yel ile, gitmiş kuşun ardından, başındaki kel ile. Sonunda, vara vara cennete eş, bin bir renkli bir bahçeye varmışlar. Kuşu kaybetmiş bahçede ama kendini kaybetmemiş Keloğlan. Bahçeyi geçmiş, bir altın saray çıkmış karşısına. Saraya girmiş Kimseler yokmuş içeride.
Keloğlan şaşkın, “Buranın elbette bir sahibi vardır” diye geçirmiş içinden. Dönmüş dolaşmış, bir kapıyı açmış. Bir yemek odası görmüş. Ne isterseniz varmış sofrada. Canı çekmiş Keloğlan´ın. Elini uzatıp da bir lokma alacak olmuş: “Yerse önce Murat Şah yer!” diye eline bir kepçe vurmuşlar. Birden Keloğlan’ın eli şişmiş. Ne vuranı görmüş ne söyleyeni. Korkmuş Keloğlan, “Periler sarayı olmasın burası,” diye çıkıp kaçacağı sırada bir kanal sesi çalınmış kulağına. Hemen bir dolaba girip saklanmış. Biraz sonra o gerdanı kınalı, kanadı nakışlı kuş gelmiş. Odanın ortasındaki su dolu altın leğenin içine dalmış. İnanamayacaksınız ama, bir silkinmiş tüyünü teleğini dökmüş, civan bir delikanlı olmuş.
Keloğlan gördüklerine inanamamış da olanlara akıl erdirmeye çalışırken delikanlı koynundan o incili mendili çıkarmış. Hem koklar hem de “Ah sultanım, nerelerdesin? Senin gözlerin de yaşlı mı şimdi?” diye gözyaşlarını silermiş. Bir süre ağlayıp söylendikten sonra yine kuş olmuş “pır” demiş, uçup gitmiş. Keloğlan´ın ağzı açık kalmış. Hemen dolaptan fırlamış, kendini bu perili saraydan dışarı atmış. Arkasına bile bakmadan oradan kaçmış. Sihirli bahçeyi geçmiş, alaca karanlıkları aşmış, düze ulaşmış. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş. Derken bir yerlere gelince bakmış ki bir kalabalık, bir kıyamet. Sokulmuş Keloğlan da ne oluyor, diye. Burası bir hamam imiş. Ülkenin padişahı, kızı Gülyüz Sultan´ın derdine çare bulamamış da bu hamamı yaptırmış.
Dört bir yana da haber salmış “Her kimin başından ilginç olay geçmişse gelsin anlatsın, hamamda da bedava yıkansın.” Demiş.Keloğlan, başından geçen hikayeyi Padişaha anlatmış. Padişah: “Hamamı sana bağışladım. Ne olur bana oranın yerini göster!” diye yalvarmış Keloğlana. Böylece sihirli kuşun yoluna az gitmişler uz gitmişler; sonunda Keloğlan bin bir renkli o sihirli bahçeyi bulmuş. Altın sarayı Gülyüz Sultan´a göstermiş: “Asil görüp şaşıracaklarına içeride sultan bacı Hadi eyleşmeden girelim saraya” demiş ama Gülyüz, Keloğlan´ı tehlikeye atmak istememiş. Helalleşip ayrılmış; altın saraya girmiş, dolaba saklanmış. Biraz sonra, sihirli kuş gelmiş, silkinmiş, civan yapılı bir genç olmuş. Sultanın mendilini çıkararak “Bu mendili işleyen eller sağ mı? Bir daha sultanımın yüzünü görebilecek miyim?” diye ağlayıp mendille gözyaşlarını silmiş. Kız hemen koşmuş, delikanlının kollarına atılmış. Meğer bu delikanlı da insan soyundanmış. O da bir padişah oğluymuş Murat Şah imiş adı. Masal buya nasıl olmuşsa perilerin ağına düşmüş bir gün. Bir daha da kurtulamamış tılsımlarından; Onu seven bir ihsan eli, eline değinceye dek bozulmamış tılsım. Sultan ona sevgiyle sarılınca tılsım bozulmuş, periler ülkesinden birlikte kaçmışlar. Kırk gün kırk gecelik düğünleri kurulmuş. Mutlu bir yaşama başlamışlar.
15 Ocak 2017 Pazar
KIRMIZI ELMA HİKAYESİ
Yemyeşil ağaçlarla renkli çiçeklerle dolu bir kasaba vardı.
Kasabada güzel bir evde sarışın mavi gözlü küçük bir kız yaşıyordu. Bir ailenin
tek çocuğuydu. Bu yüzden olsa gerek hiç
bir eşyasını , oyuncağını arkadaşlarıyla paylaşmak istemezdi. Giydiği elbise
hiç kimsede olmasın isterdi.
Aynı kasabada küçük bir evde yaşayan bir başka kız çocuğu
daha vardı. Simsiyah saçları, kapkara gözleri vardı. En sevdiği kırmızı
elbisesini üstünden çıkarmak istemezdi. Ablası saçlarını ortadan ikiye ayırır
kulak şeklinde bağlardı. Yüzünden gülücük eksik olmaz, herkese selam verir,
dedesinin aldığı elmalı şekerleri tüm arkadaşlarına dağıtırdı. 5 kardeşin
ortancasıydı. Kendinden büyük bir abisi ve bir ablası vardı. Kendinden küçük
iki erkek kardeşi vardı. Herkes ona
Cimcime diyordu. Cimcime yine üstüne kırmızı elbiseyi giymiş çayırlara
kuşları izlemeye gitmişti. Her yer yeşil ağaçlarla çevrili, renkli, güzel
kokulu çiçeklerle doluydu. Koştu, koştu bir elma ağacı gördü. Elma ağacına
doğru koşmaya devam etti. Ağacın altına geldi etrafına baktı. Uzakta büyük bir
ev görünüyordu ama etrafta hiç kimse yoktu. Elmalar çok güzel görünüyordu. Canı
çekti ve ağaca tırmanmaya başladı. Ağaca tırmandı bir dala oturdu. Gördüğü kıpkırmızı
elmayı aldı ve ısırdı. Elması bitince beş tane elma daha kopardı ve cebine
koydu. Ağaçtan aşağıya indi hoplaya zıplaya şarkılar söyleyerek yürümeye devam
etti. Uzaktan bir kız sesi:
'hey' diye seslendi.
' onlar bizim bahçemizin elmaları. elma almak için izin aldın mı?' dedi sarışın
bir kız çocuğu.
Cimcime:
' Hayır izin almadım. Sizin olduğunu bilmiyordum özür
dilerim. Bunları kardeşlerim için aldım izin verirsen bunları kardeşlerime
götürebilir miyim?' diye sordu.
' Hayır götüremezsin. Bu elmalar benim. Onları sadece ben
yiyebilirim.' dedi ve elmaları istedi. Cimcime cebinden çıkardığı kırmızı
elmaları sarışın kıza uzattı.
'Bir daha buraya gelip elmalarımdan alma.' dedi sarışın kız.
Cimcime yüzünde tatlı bir gülümsemeyle ' peki' dedi ve
arkasını dönüp şarkılar söyleyerek eve doğru yürümeye devam etti. Eve geldiğinde başından geçen olayı annesine
anlattı. Annesi ona izinsiz hiç kimsenin bahçesine girmemesini, hiç kimsenin
meyvesini yememesini tembih etti.
Günler aylar geçti.
Cimcime okula başladı. Okulda gördüğü sarışın kızı hatırladı. O kız elma
ağacının sahibi olan kızdı.
Bir gün okul çıkışında bir çığlık duyuldu. Bir köpek sarışın
kızı kovalıyordu. Aslında köpek sadece oyun oynamak istiyordu fakat kız köpekten
çok korkmuş ve kaçıyordu. Cimcime olan bitenin farkına varmıştı. Sarışın kız
önde, köpek arkada koşuyorlardı. Kız korkudan çığlık atıyor, yardım istiyordu.
Birden ayağı bir taşa takıldı. Islak ve çamurlu olan yolda düştü. Köpek oldukça
yakınlaşmıştı. Bir ıslık duydu. Islığı çalan siyah saçlı, kara gözlü bir kızdı.
Köpek o kıza döndü ve ona doğru koşmaya başladı. Cimcime köpeğin başını okşadı,
sarıldı ve cebinden çıkardığı bisküvileri verdi. Sonra Cimcime sarışın kızın
yanına geldi. Elinden tuttu ve kaldırdı. Elleri, yüzü kıyafeti tamamen çamur olmuştu. Cimcime evinin çok
yakın olduğunu orada elini ve yüzünü yıkayabileceğini söyledi. İki kız
birbirlerini tanımışlardı. Sarışın kız kabul etti ve birlikte ve doğru yürümeye
başladılar. Eve vardıklarında sarışın kız elini ve yüzünü yıkadı. Kıyafetleri
tamamen ıslanmıştı. Cimcime sarışın kıza üzüldü. Annesinin yeni yıkadığı en
sevdiği kırmızı elbisesini dolaptan aldı ve sarışın kıza uzattı. Bunu
giyebileceğini ıslak kıyafetlerle giderse hasta olabileceğini söyledi.
Sarışın kız kabul etti ve Cimcime'nin kırmızı elbisesini
giydi. Cimcime'nin annesi sarışın kızın ıslak kıyafetlerini paketledi ve verdi.
Cimcime sarışın kıza evine kadar eşlik etti. Sarışın kızı Cimcime'ye teşekkür
etti. Sarışın kız elmalarını
paylaşmadığına pişman oldu. Hafta sonu oyun oynamak ve elma yemek için
cimcimeyi evine davet etti. O günden sonra çok iyi arkadaş oldular.
14 Ocak 2017 Cumartesi
ÇALIŞKAN KARINCA
Çalışkan karınca yeni biçilmiş buğday tarlasında dökülen
buğday tanelerini yuvasına taşıyordu. Yaz güneşi tüm sıcaklığıyla etrafı
kavuruyordu. Sırtında bir buğday tanesiyle yuvasına doğru yol alan çalışkan karınca
kan ter içinde kalmıştı. Bir an soluklanmak, biraz dinlenmek istedi. Durdu ve
sırtındaki buğday tanesini yere bıraktı.
Kışlık yiyeceğini çoktan hazırlamış ambarını doldurmuştu. Yinede
bıkmadan usanmadan yiyecek bir şeyler arıyor ve bu arayışından haz alıyordu. Onun
için hayat çalışmak demekti. Kış gelecek ailesiyle birlikte yuvasında bütün
kışın bitmesini bekleyecekti.
Bir süre dinlendikten sonra bıraktığı buğdayı sırtına aldı
yoluna devam etti. Yürürken ayağı küçük
bir toprak parçasına takıldı ve bir delikten aşağıya yuvarlanmaya başladı. Bir
süre yuvarlandıktan sonra toprak zemine düştü. Kendine geldiğinde etrafa
bakındı. Bir fare yuvasındaydı. Yuvada 3 yavru fare bir anne fare vardı. Durmuşlar
karıncayı izliyorlardı.
'Ben.. ben ..' diye kekeledi karınca.
'Sen yukardan düştün.' dedi yavru fare.
'Evet ayağım kaydı ve düştüm. Benim çıkmam gerek. Yuvama gitmem gerek.'
'Merak etme seni biz dışarı çıkarırız .' dedi ve devam etti anne fare.
'Gel sırtıma tırman, çocuklar sizde peşimden gelin.'
Karınca tırmandı anne farenin sırtına anne fare önde yavru
fareler arkada delikten yürümeye başladılar.
'Bizim babamızda senin gibi kayboldu. Onu çok özledik. Annem
yakında geleceğini söylüyor.' dedi yavru fare. Ardından anne fare devam etti.
' Arkadaşlarıyla beraber yiyecek bir şeyler aramaya çıkmışlardı.
İri göz saldırmış onu ve iki arkadaşını yakalamış yuvasına götürmüş diğer
fareler kaçmayı başarmış.' dedi.
' İri göz kim?' diye sordu karınca.
'İri göz bu civarda yaşayan büyük yılan. Yılanların en
korkuncu. Sen onun yuvasını biliyor musun? Eğer babamız onun yuvasındaysa onu
kurtarmaya gidebiliriz. '
'Ben iri gözü tanımıyorum yuvasını da bilmiyorum ama bulabilirim.'
dedi karınca.Durumlarına çok üzülmüştü. Kendiside babasız bir çocukluk
yaşamıştı. Aklına bir fikir gelmişti. Arkadaşlarından biri İri gözü duymuş ve yuvasını
biliyor olabilirdi. Delikten çıktılar vedalaştılar. karınca tekrar geleceğini, babalarını
bulmakta yardımcı olacağını söyledi ve uzaklaştı.
Yuvasına geldiğinde tüm arkadaşlarını topladı ve başından
geçen olayı anlattı. Arkadaşlarından yardım istedi. Kalabalık karınca ordusunun
içinden sarı karınca ona doğru yaklaştı.
' Ben biliyorum.' dedi. Aralarında plan yaptılar. Tanıdıkları tüm
karıncaları çağıracaklar ve hep birlikte yılanın yuvasına girip fareleri
kaçıracaklardı. Civardaki tüm karıncalara haber saldılar. Gün batımına doğru
bütün karıncalar toplanmış çalışkan karınca ve sarı karınca önde iri gözün
yuvasına doğru yol almaya başladılar.
İri gözün yuvasının önüne geldiler sarı karınca:
'İşte burası .' dedi.
Delikten içeriye sessizce girmeye başladılar. Yürüdüler ve
en dibe geldiler. İçeride İri göz ve 4 yavrusu vardı. Gözleri kapalı
birbirlerine sokulmuşlardı. Yılanlar karıncaları fark etmeden Çalışkan karınca
fareleri gördü. bir kafesin içinde korku içinde duruyorlardı. Çalışkan karınca
ve Sarı karınca usulca farelerin olduğu kafesin içine girdiler ve sessizce olanları
anlattılar.
Birkaç karınca sessizce kafesi kaldıracak, farelerde oradan
kaçacaklardı. Sarı karınca birkaç güçlü karınca getirmek için deliğin ağzına
gitti. En güçlü karıncalarla beraber geri döndü. Hep birlikte kafesi kaldırmaya
çalıştılar. Kafes kalkmış baba fare çıkmış diğer farelerin çıkması için kafesi
kaldırmaya devam ediyorlardı. Tam o sırada İri göz gözlerini açtı ve onları
fark etti.Arkalarından dolandı bir çember oluşturdu. Fareler ve karıncalar İri gözün oluşturduğu çemberin içinde kalmışlardı.
İri göz: 'Ne yapıyorsunuz siz?' dedi. 'Onlar yavrularımın ve benim yiyeceklerimiz. Demek onları kaçırmaya çalışıyorsunuz.' dedi.
Çalışkan karınca:
'Dur! Onlarında senin gibi küçük yavruları var. Evde babalarını bekliyorlar.Onlarında senin gibi yavrularının yanında olmaları gerek, onlara yiyecek bulmaları gerek.' dedi.
'İyide bundan bana ne ? Ben sadece kendi yavrularımı düşünürüm.' dedi. Yavrularına döndü baktı. Yavrularından biri:' Anne bırak gitsinler. Onlarında bizim gibi küçük yavruları varmış. Bizim sana ihtiyacımız olduğu kadar onlarında babalarına ihtiyacı var. Sen onları bırakmasan biz bırakırız.' dedi.
İri göz yavrularına baktı ve onların yanına gitti.
' Haydi çıkın gidin. Yavrularının söyledikleri çok etkilemişti İri gözü. Bugüne kadar yaptığı her şeyden pişman oldu. Farelerden özür diledi. Fareler ve karıncalar İri gözün yuvasından çıktılar. Hep birlikte farelerin yuvasına gittiler. Yavru fareler babalarını görünce mutluluktan koşuşturmaya başladılar.
Fareler karıncalara teşekkür ettiler ve tekrar görüşmek üzere vedalaştılar.
Karıncanın yem toplarken başına gelen kaza sonucunda fare ailesini tanıdı. Onlara büyük bir iyilik yaptı. Yaptığı iyilik sonucunda hem kendi hem fare ailesi mutlu oldu. İri göz ve yavruları birbirlerine daha çok bağlandı. İyilik yapmanın en güzel faydası mutlu olmaktı.
13 Ocak 2017 Cuma
MERCAN İLE ŞAFİ
Gece karanlığında gözleri cam gibi parlayan minik kedi pembe evin pencere pervazına zıpladı. Yağmurdan ıslanmış tüylerini silkeledi. Minik kedi tam yatmak üzereyken içeriden gelen sesi duydu. Tüyleri kabarık süslü bir kedi içeriden ona bakıyordu. Bir süre bakıştıktan sonra kedinin bir şeyler demek istediğini fark etti. Tam o sırada kedinin sahibi geldi süslü güzel kediyi kucakladığı gibi içeriye götürdü.
Güneş doğmuş her yer ısınmıştı. Minik kedi Mercanın aklı dün gece pembe evde gördüğü süslü kedideydi. Yattığı yerden fırladığı gibi pembe evi aramaya başladı. Etrafına baka baka üç sokak yürüdü. Pembe evi gördü ve eve doğru koşmaya başladı. Yine aynı pencerenin pervazına zıpladı İçeriyi izlemeye başladı. Pencere açıktı. Bir süre izlemeye devam ettikten sonra aradığı kedi odaya girdi.
'Yine mi sen? Kimsin sen? Ne işin var burada?
'Şey... Ben seni merak ettim' dedi Mercan. Şafi içeriden pencerenin önüne zıpladı ve
'Niye' diye sordu Mercana.
'Dün gece iyi görünmüyordun.'
'Bu seni ilgilendirmez. Hem iyi olmamam için hiç bir neden yok. Sahiplerim çok zengin. Güzel, sıcak bir yuvam var, lezzetli kedi mamalarım var. Ben oldukça iyiyim.'
'Sevindim. İyi değilsin sanmıştım. O zaman ben gideyim.' dedi pencere pervazından aşağıya atladı ve arkasını dönüp üç adım attı.
Süslü kedi Şafi
' Şey .. aslında çok sıkıldım. Uzun süredir bahçeden dışarıya çıkmadım.
Mercan :
İistersen biraz dolaşabiliriz sonra yine evine dönersin'
'Bilmiyorum sahiplerim buna çok sinirlenebilirler.'
'Haydi gel dostum biraz yürüyeceksin sadece. Sen gelene kadar hiç kimse fark etmez bile.'
'Peki hemen gidip gelelim o zaman.' dedi Şafi.
İki kedi bahçe kapısından çıkıp sokak sokak koşmaya başladılar.
Büyük bir ağacın altına geldiler. Mercan :
'Haydi gel tırmanalım bu ağacın en tepesinden her yer görünür.'
'Ben daha önce hiç ağaca tırmanmadım.' dedi Şafi
'Nasıl tırmanmadın? Sen kedisin tırmanabilirsin, korkma haydi gel.' dedi.
Mercan bir hamleyle birden tırmanıverdi
'Haydi gel dostum.'dedi.
Bir kaç deneme sonrası Şafi mercanın oturduğu dala geldi ve etrafı izlemeye başladılar.
'Benim adım mercan. üç sokak ötede yaşıyorum. kalabalık bir arkadaş topluluğumuz var hep birlikte eski bir evde yaşıyoruz. '
' Benim adımda Şafi. Evimi biliyorsun. Yavru bir kedi iken beni aldılar. Yıllardır beraberiz. Onlardan başka kimsem yok. Hiç arkadaşım yok.'
'Ben senin arkadaşın olabilirim istersen.'
'Buna çok sevinirim. Fakat her gün böyle dışarı çıkamam. Ailem bahçeden dışarı çıkmama izin vermiyor. Seninle arkadaşlık ettiğimi görürlerse beni evden dışarıya çıkarmazlar.
'Bu haksızlık. Senin dışarı çıkmanı engellemeleri haksızlık.
'Ben buna alışığım. Beni evden atarlarsa sen gibi sokakta yaşamayı beceremem. Sokaklar bana göre değil.'
'Senin yerinde olmayı çok isterdim. Sıcacık, büyük bir evin ve sahiplerin var. Yağmurda, karda ıslanmıyorsun, yemek arama derdin yok.'
'Evet her şeyim var ama özgürlüğüm yok.'
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)